dc.description.abstract | İmamiyye kelamını araştıran pek çok araştırmacı, şu görüş hususunda
hemfikirdir: “İmamiyye kelamı hatta İslam kelamı, Nasîruddîn et-Tûsî (ö. 672/1274)
eliyle değişmiş ve kendi felsefî rengini almıştır.” Gerçi bu görüş, doğru olsa da
tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Şu açıdan bu görüş, isabetlidir: Tûsî, pek
çok varlık bilim konusu ile ilgili bahisleri, özel anlamda Allah’ın ve tevhidin ispatı,
Tanrı’nın ebedîliği ve O’nun selbî sıfatları gibi konuları felsefî bir metotla işlemiş;
Hakk’ın cemal sıfatlarının varlığının vacip oluşunu ispatlamış ve noksan sıfatları
da O’ndan selb etmiştir. Fakat Tûsî, kudret, irade ve kelam gibi bazı konuları ise
mütekellimlerin metoduyla ele almıştır. Sonuç olarak Hace Nasîruddîn Tûsî, metot
bakımından kelam ilminde özellikle ilahiyat bahislerinde değişim meydana getirmiş
ve yeni bir çığır açmıştır. Açtığı bu değerli çığır, Şirazlı Molla Sadrâ’nın eli ve
hikmet-i mütealiye/aşkın hikmet takipçileri vasıtasıyla kemale/yetkinliğe ulaştı ve
bütün metafi zikle ilgili konular, İslam felsefesi esasına göre şekillenmeye başladı.
Bu durum, İslam kelamını, felsefî okullar aracılığıyla Avrupa Rönesans’ından sonra
ortaya çıkan bazı kuşkulara cevap vermeye hazır hale getirdi. Bunun semeresi,
Molla Muhsin Feyz Kaşanî (1091/1670), Molla Ali Nurî, Molla Abdullah Zenûzî ve
çağımızda Allame Tabâtâbaî, Şehid Mutahharî ve benzeri fi lozofl arın ortaya çıkışı
oldu. Bunlar, Felsefe usulü, realizm metotu, tevhidî dünya görüşü, peygamberlik ve ahiret gibi konularda eserler ortaya koydular; felsefe ve İslam kelamında ve özel
anlamda ilahiyat meselelerinde yeni bir kapı araladılar | tr_TR |